29 Haziran 2021 Salı

Kirpinin Zarafeti - Muriel Barbery (Kitap vs Film)

 Kirpinin Zarafeti son yıllarda okuduğum en olağanüstü romanlardan birisiydi. 2006 yılında çıkan romanın yazarı, Fransız Muriel Barbery. Kitap Fransa'da 1,2 milyon adet satış rakamına ulaşarak uzun zaman çok satanlar listesinde kalmış ve fenomen bir kitap olmuş. 2009 yılında da Türkçe "Yaşamaya Değer" adıyla beyaz perdeye aktarılmış. Kitabı okuduktan hemen sonra filmini de izlemek istedim, kitabın tadını filmde bulmanız her uyarlamada olduğu gibi çok zor, ancak genel olarak filmi kitaba bağlı kalarak başarılı bir şekilde çektiklerini düşünüyorum.



Konusu:

Paris'in çok lüks apartmanlarının birisinin kapıcılığını yapan Renee Michel 54 yaşında dul bir kadındır. Giriş katındaki elli metrekare evinde sıradan bir kapıcı izlenimi vermektedir. Ancak aslında evinin görünmeyen bir bölümünde herkesten sakladığı entelektüel birikiminin kaynağı olan zengin bir kütüphanesi vardır. 

Paloma Josse ise 12 yaşında aynı apartmanda zengin bir ailenin çok zeki bir kız çocuğudur. Babası bir dönem bakanlık yapmış bir milletvekilidir. Paloma iki adet ayrı günlük tutmaktadır ve absürdizm ile ilgilidir. Annesinin genel kültürünü basit, ablasının eğitimini gereksiz görmektedir.Japon kültürüne ilgi duymaktadır. Hayatta yaşamaya değer değerler arar,  hayatını kavanozdaki küçük balığınki gibi görür ve 16 haziran günü kendisini öldürmeye karar verir. Önünde intihar tarihine birkçay vardır, hazırlıklara başlar.



Kakuro Ozu, ise apartmanda ölen birinin evine taşınan entellektüel ve kibar bir Japon iş adamıdır. Paloma ile beraber Renee Michel'in, herkesin sandığı gibi sıradan bir kapıcı olmadığını hemen anlar.






Yaşamaya Değer (Le Hérisson) - 2009


Kitabın konusuna daha fazla değinmek istemiyorum. Hikayesiyle, kültür senteziyle, karakter analizi ve betimlemeleriyle, edebiyatla, centilmenlikle ve felsefeyle,özellikle felsefe ile, önyargıları halı gibi yere seren ve fazlaca düşündüren bu başyapıtı şiddetle okumanızı tavsiye ederim. Oldukça akıcı olan romanın bir felsefe profesörü tarafından yazıldığını, okurken daha iyi anlayacaksınız diye düşünüyorum.







Okurken altını çizdiklerim 😊,

" Güvensizliklerimizi birbirimizle paylaşaydık, taze fasulye ile C vitamininin, hayvanı besleseler bile yaşamı kurtarmadığını ve ruhu beslemediklerini kendimize söyleyebilmek için kendi aramızda bir araya gelebilseydik ne iyi olurdu." - Paloma

" Güzellik nerededir? Diğerleri gibi ölmeye mahkum büyük şeylerin içinde mi, yoksa hiçbir iddiada bulunmadan, anın içine bir sonsuzluk tomurcuğu yerleştirmeyi bilen küçük şeylerde mi?" - Renee Michel

"Yaşamımızın mutlu anları böyle akıp gider. Kararın ve niyetin yükünden kurtulmuş bir halde kendi iç denizlerimizde dolanırken, çeşitli hareketlerimize sanki başkasının eylemleriymiş gibi tanık oluruz ve yine de iradedışının yetkinliğine hayran kalırız." - Renee Michel

" Ama yarından çekinmenin nedeni şimdi ki zamanı inşa etmeyi bilmemektir ve şimdiki zamanı inşa etmek bilinmeyince, bunun yarın yapılabileceği söylenir, ama bu da berbat bir şeydir, çünkü yarının daima bugün olduğunu görmüyor musunuz? Bu yüzden bütün bunları unutmamak gerek. Yaşlanacağımız kesin. Bunun güzel, iyi , neşeli olmayacağı da kesin. Önemli olanın şimdiki zaman olduğunu kendimize söylemeliyiz; Şimdi,bir şeyi, ne pahasına olursa olsun, bütün gücümüzle inşa etmek. Her gün kendimizi aşmak için, kendimizi ölümsüz kılmak için, huzurevi daima aklımızda olmalıdır. Herkes kendi Everest'ine adım adım tırmanmalıdır, hem de öyle tırmanmalıdır ki her adım biraz sonsuzluk olmalıdır. Gelecek zaman, yaşayanların gerçek projeleriyle şimdiki zamanı inşa etmeye yarar." - Paloma

" Dünyanın gerçek hareketi sakın ezgi olmasın" - Paloma

"Ama sürekli arzulamak, çok bitkinlik vericidir... Bir süre sonra arayışsız bir zevke özlem duyarız. Güzelliğin amaç ya da proje değil, doğamızın bizzat gerçekliği olacağı, ne başlayacak ne bitecek bir mutluluk durumu arzularız." - Renee Michel

" Kendi kendime dedim ki; İnsan bir sağ eli olduğunu bilmezden gelebiliyorsa, karşısındaki insanı görmezden gelmek ne olabilir? İnsanın olumsuz bir kalbi, içi boş bir ruhu olabilir mi?" - Paloma

" İnsanın yaşamını açması ruhunu teslim etmek demek değil" - Renee Michel

" Yaz yağmuru nedir biliyor musunuz? Önce, yaz göğünü patlatıp çatlatan saf güzellik, kalbi ele geçiren saygılı kaygı, yüceliğin bile ortasındayken kendini pek gülünç hissetmek, nesnelerin haşmeti karşısında pek kırılgan ve şişkin hissetmek, dünyanın cömertliği karşısında şaşkın, kendini kaptırmış, aşırı hoşnut hissetmek.......Böylece, bazı yaz yağmurları, bizim içimize, kalbimizle çarpan yeni bir kalp gibi demir atarlar." - Renee Michel

" Kim inanabilir bal yapabileceğine arıların yazgısını paylaşmadan" - Paloma

" En büyük öfke, en büyük yoksunluk, kültürler arasında, bağdaşmaz semboller arasında tereddüt geçirmektir, bir kültüre sahip olamama duygusudur. İnsan nerede olduğunu bilmezse nasıl var olabilir." -Renee Michel

" Başlangıçta pek anlamasam da: Çünkü bu bir zaman ve gül sorunu. Çünkü güzel olan şey, geçerken yakalanandır...... Canlı olmak belki de budur: Ölen anların ardından koşmak." - Paloma

" Kavrulmuş gözlerin üzerinde hangi yeni gözbebekleri vardır? Savaş nerede başlar, mücadele nerede biter?..... İşte o zaman, bir kamelya."  -Renee Michel

" Ölmeden önce ne yaşamak gerektiğini artık biliyorum. Size söyleyebilirim. Ölmeden önce yaşanması gereken şey, ışığa dönüşen bir sağanak yağmur."  -Renee Michel

" Çözmeyi kafaya koyan için Tanrı'nın yolları gayet açık." -Renee Michel


Kitaptan bir sahne;

Renee Michel, Kakuro Ozu ile ilk karşılaştıkları konuşmada olağan diyaloglarının içinde Anna Karenina romanının başlangıç cümlesi ile birebir bir cümle kurar.

"Biliyorsunuz bütün mutlu aileler birbirine benzer."

Kakuro Ozu ise kitaptaki cümlenin devamı olan cümle ile devam ederek karşılık verir;

"Her mutsuz aileninse kendine özgü bir mutsuzluğu vardır."

Böylece Michel'in sıradan bir kapıcı olmadığını daha ilk karşılaşmada anlar.

  






5 Haziran 2021 Cumartesi

Geçiktiğin İçin Teşekkür Ederim - Thomas L.Friedman

 Ünlü New York Times yazarı Thomas L. Friedman'ın 2016 yılında yazdığı, Türkçe baskısının 2018'de yayınlandığı "Geçiktiğin İçin Teşekkür Ederim" kitabından bahsetmek istiyorum.


Kitabın iddialı bir alt başlığı var ; Çılgıncasına hızlı bir çağda ayakta kalma rehberi. Arka kapağı da ilgi çekici; " Sizde dünyanın çok hızlı döndüğünü düşünenlerden misiniz? İş yerinizde bunu hissediyor musunuz? Çocuklarınızla konuşurken bunu hissediyor musunuz? Ve bu değişimler başınızı döndürüyor mu?

Friedman kitabında çılgın bir şekilde hızlanarak ilerleyen teknolojinin iş piyasalarına, tabiata ve günlük yaşantımıza nasıl etki ettiğini ve bu çılgınca değişime ayak uydurmak için neler yapılması gerektiğinden bahsediyor.

Moore Yasasına göre çiplerdeki gelişim

Firedman teknolojideki çılgın gelişmeyi elektronik işlemcilerdeki inanılmaz gelişmeye bağlıyor; Moore Yasası. Moore Yasası, Intel şirketinin kurucularından Gordon Moore'un 19 Nisan 1965 yılında Electronics Magazine dergisinde yayınlanan makalesi ile teknoloji tarihine kendi adıyla geçen yasa. Her 18 ayda bir tümleşik devre üzerine yerleştirilebilecek bileşen sayısının iki katına çıkacağını, bunun bilgisayarların işlem kapasitelerinde büyük artışlar oluşturacağını, üretim maliyetlerinin ise aynı kalacağını, hatta düşme eğilimi göstereceğini öngören deneysel (ampirik) gözlem.

Yazar 2007 yılını, teknolojide bir çok sıçramaların yaşandığı ve hayatımızın hızla değişmeye başladığı bir yıl olarak belirtiyor. Apple'ın ilk piyasaya sürülüşü, bulut teknolojisi ile insanların verileriyle birbirlerine bağlanması, sosyal medya platformları Facebook, Twitter, Instagram benzeri uygulamaların bu gelişen teknoloji ile ortaya çıkmasını bu atılımın ve sosyolojik değişimin ana etkenleri olarak gösteriyor.


Teknolojideki değişim hızının artmasıyla ilgili birkaç örneği paylaşmak istiyorum kitaptan;

ABD yeni nesil nükleer silah tasarımı ve analizlerinde kullanılmak üzere 1,8 teraflop işlem yapabilen dünyanın en gelişmiş süper bilgisayarını 1997 yılında yaptırıyor ve 2000 yılına kadar tenis kortundan biraz ufak olan, yaklaşık sekiz yüz evin kullandığı elektriği kullanan ve 55 milyon dolara mal olan  bu bilgisayar en iyi olma unvanını koruyor. Sadece beş yıl sonra bu bilgisayarla aynı işlem kapasitesine sahip, bir televizyonun altına sığabilen, küçük bir fişle 220 voltla çalışan ve fiyatı sadece iki bin lira olan PS3 (Playstation 3 ) piyasaya sunuluyor ve herkesin evine giriyor. 

Teknolojinin hayatımıza etkilerinden bir başka örnek, Amerikan Federal Ticaret Komisyonun Teknoloji Dairesi Başkanı Laranya Sweeny 2014'te radyoda şöyle bir demeç veriyor; "Birçok insan şimdi şunu fark edemiyor olabilir, cep telefonunuz, internete bağlanmak için cihazda gömülü olan ve MAC adresi olarak bilinen kendine özgü bir rakamı sürekli gönderir, oralarda bir yerlerde Wi-Fi var mı diye sorar...Wi-Fi arayışındaki bu telefonlar tarafından yapılan bu sabit yoklama talepleri kullanılarak, o telefonun nerede olduğunu, oraya ne sıklıkla gittiğini birkaç metre farkla takip edebilirsiniz. Parekendeciler ( Büyük Alışveriş Merkezleri/ Mağazaları) bu bilgiyi kullanarak, hangi görüntülerin sizi oyaladığını ve satın alma eğiliminizi arttırdığını görebiliyorlar ve buna göre size gün içinde gösterdikleri görüntüleri değiştirebiliyorlar."

Sensor teknolojisinde ve ağ iletişim hızlarında meydana gelen inanılmaz ilerlemeler artık yazılımı da Moore kanunun bir çarpanı haline getirdi. Bulut teknolojisi ile artık insanlar tecrübelerini bu inanılmaz değişime ayak uydurmak için birbirleri ile paylaşıyorlar. GitHub en populer açık kaynak yazılım platformlarından birisi, ihtiyacınız olan benzer yazılımları bulabileceğiniz, üstüne koyup geliştirebileceğiniz bir platform.


Gig* City Chattanooga'da 3360 km uzaktan düet 
( Şarkı hakkında referans olamıyorum 😕)

İnternet hızındaki gelişmeyle ilgili bir örnekte vermek istiyorum kitaptan. 2012 yılında, Amerikadaki en hızlı internet Chatanooga şehrinde hayata geçiriliyor. Standart bir Amerika şehrinde iki saatlik HD kalitesinde bir filmi indirmek 25 dakika sürerken, Chatanooga'da sadece 33 saniye sürüyormuş. Şehirdeki yeni fiber ağ sayesinde gecikme o kadar düşükmüş ki, insan kulağı bu gecikmeyi fark edemiyormuş. Bu noktayı vurgulamak için Grammy ödüllü T. Bone Burnett, BR549 grubunun kurucusu Chuck Mead ile beraber dört bin kişilik bir dinleyici kitlesine " The Wild Side of Life" şarkısını çalmış. Ancak Burnett kendi kısmını Los Angeles'da ki stüdyosunda, Mead ise Chatanooga'da ki sahnede söylemiş. Şehirdeki altyapı kıtayı kat eden bir düetin sadece 67 milisaniyede gecikme ile yapılmasına olanak sağlamış. Bu ses ve videonun 3360 km'lik mesafeyi göz açıp kapama süresinin dörtte birinde kat ettiği anlamına geliyor. Düeti yukarıda ki videoda izleyebilirsiniz.

Gelişen teknoloji Uber gibi hiç taksisi olmadan dünyanın en büyük taksi durağı ya da Airbnb gibi hiç oteli olamadan dünyanın en büyük konaklama organizasyonu olan kuruluşları ortaya çıkardı. 2014 Dünya Kupasında Brezilya tüm misafirlere yetecek kadar otel inşa edememişti, gelen turistlerin beşte biri Airbnb üzerinden kiraladıkları odalarda kaldılar. Airbnb'den odalarını kiralayanlar bir ay boyunca aylık ortalama yaklaşık 4000 usd kazandılar, Airbnb üzerinden kiralanan odaların toplam ücreti ise 38 milyon usd. idi.

Yazılımladaki gelişmeler ile beraber, Watson, Siri, Alexa gibi yapay zekaya sahip bilgisayar yazımlarıyla tanıştık. IBM'in geliştirdiği Watson, 2011 yılında Amerikan'ın çok izlenen yarışma programı Jeopardy'e katılarak insanlarla yarıştı.


Bilgisayar Programı Watson Jeopardy'de insanlarla yarışırken

Yazara göre teknolojinin gelişme hızı, bizim insan olarak ona adapte olma hızımızı çoktan geçti. Ülkeler arasındaki yaşam farklarındaki uçurumun artmaması için tüm insanlığın bu akışa ayak uydurması gerekiyor. Uydurmadığı zaman Suriye'deki, Senegal'deki Nijer'deki gibi göçler, savaşlar meydana geliyor ve tüm dünyayı etkiliyor. Bunun için de gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde artık eğitimin sürdürülebilir, ömür boyu devam eden bir hale büründürülmesi, az gelişmiş ülkelerdeki göçe sebep olan açlık, demokrasi, işsizlik gibi sorunların çözülmesi gerektiğini söylüyor. Amerika'nın son yıllardaki dış politikasının özetini dinliyorsunuz yazardan; GCA ( Güçlendir, Caydır ve Ayrıştır). Amerika gelişmemiş ve demokrasiye sahip olmayan ülkelerde bu siyaseti güdüyor, Güçlendir ve Caydır kısımlarını ayrıntısıyla anlatan yazarımız ayrıştır kısmından hiç bahsetmemiş kitabında. Demokrasisi zayıf ve olmayan ülkelerde ılımlı grupların güçlendirilmesi ve yönetime oturtulması gibi bir politikadan bahsediyor.

"Gen sürücüsü" (CRISPR) ile teorik olarak sivrisinek nesli yok edilebilir, bir bomba ile bir şehir yok edilebilir, psikolog olarak bir yazılıma danışılabilir, röntgeninizi bir yapay zeka inceleyip teşhis koyabilir, telefonda bahsettiğiniz bir ürün reklam olarak tesadüfen! karşınıza çıkabilir, en gelişmemiş ülkenin vatandaşı olarak en gelişmiş ülkenin en değerli profesöründen online ders alınabilir ve tamamen sürücüsüz bir otomobille seyahat edilebilir günümüz teknolojisi sayesinde. Teknolojinin getirdiği değişikliklere ve risklere karşı aynı hızda önlem almalı, teknolojinin gerektirdiği ahlaki, sosyolojik ve biyolojik adaptasyona uygun cevabı verebilmek adına gerekli önlemleri almalıyız.

Günümüz teknolojisi sayesinde bir terör örgütü çok hızlı şekilde sosyal platformlardan organize olabiliyor ya da uygun olmayan cinsel içerikli videolar küçük çocuklar tarafından erişilebilir olabiliyor. Bunlar gibi teknoloji ile gelen yeni tehditlere karşı gerekli yasalarla önlem alınılması, ahlaki ve hukuki çözümler üretilmesi gerekiyor.

Tabiatı da inanılmaz derecede bozuyoruz, birileri bunun farkında birileri ise değil. Dünya son elli yılda son iki bin yıldan daha fazla ısındı. NASA'ya göre Grönland her yıl 287 milyar ton buz kaybediyor. Climatecentral.org'a göre dünyada en son hiç insan yokken bu kadar fazla karbondioksit vardı. Toprağın üst katmanıyla iyi geçinmiyoruz, tarım ilaçlarıyla sürekli öldürüyoruz. Bu yıl Türkiye'de İç Anadolu Bölgesinde buğdaylarda büyük bir kuraklık var. Yağmurlar geç yağdı, nisan yağmurları haziran ayında yağıyor. 2006-2007 yılında tüm dünyada ortandan kaybolan arıları hatırlarsınız(Marla Spivak'ın konuşmasının izlemenizi tavsiye ederim.), dün Marmara denizinde devasa müsilajlar oluştu. Bir an önce eğitim başta olmak üzere gerekli önlemleri almazsak, geç kalabiliriz.

Geçiktiğin İçin Teşşekür Ederim kitabını, yazarın köyünü (Minnesota ve St.Louis Park) tanıttığı 😊 son kısmı hariç, nasıl bir dünyada yaşadığımızı daha iyi anlamamız ve geleceği inşa ederken içinde bulunduğumuz ve gittiğimiz yeri göz önünde bulundurmamız için tavsiye ediyorum.

Altını çizdiklerim;

" Ve bundan dolayı Wulec (Autodest'te bir araştırmacı) şöyle demekten hoşlanıyor; yirminci yüzyıl tamamen yaptığımız şeyleri size sevdirmekle ilgiliydi, yirmi birinci yüzyıl ise tamamen sevdiğiniz şeyleri yapmakla ilgili."

" Bugün o kadar çok şey o kadar hızlı değişiyor ki, insanların en derin manada yuva /vatan hislerini kaybetmeleri her zamankinden daha kolay. VE insanlar buna direneceklerdir. Bugün lider olmanın en büyük zorluklarından birisi bu gerginliğe yönelik çözüm üretebilmektir."

"Siyah Fil tabirini bana şöyle açıkladı; Bu devasa sonuçları olan, nadir görülen, düşük ihtimalli ve beklenmedik olaylar için kullanılan " Siyah Kuğu" ve günün birinde siyah kuğu gibi devasa sonuçları olacağını kesinlikle bilmemize rağmen, çoğu kişinin görmezden geldiği aşikar gerçekler için kullanılan  "Odadaki Fil" tabirlerinin kesişimidir. Şu an etrafta dolaşan bir sürü çevresel siyah fil var, bunlardan dört tanesini sayarsak; küresel ısınma, ormansızlaşma, okyanusların asitlenmesi ve kitle biyoçeşitliliğinin yok oluşu."

"Eğer atlar oy kullanabilseydi arabalar hiç olmazdı."

Yapay zekaya sahip bilgisayar tarafından yazılmış bir şiir;

"Rüyamda görünce senin o güzel gölgeni,

O ki gölgesiyle sabahı uykusundan uyandırır,

İhanete uğramış aşkımın gündüz gölgesi,

Rüyadaki solgun surete gecenin çirkinliğini verir."

"Sürekli olarak şanslarını lanetleyen insanlar olduğu gibi ve top nerede olursa olsun bunu bir meydan okuma olarak görüp elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan insanlarda vardır."

"Dünya tarihinde hiç kimse kiralık bir arabayı yıkamamıştır."

"Eğer daha fazla insanı kendilerine yapılmasını istemediği şeyleri başkalarına yapmamaya ikna edemezsek ve sürdürülebilir değerleri canlandıramazsak, kendi neslini tüketen ilk tür olacağız."

"Güven öyle birden ortaya çıkmaz. Çaba gerektirir. Bir sürü insanın işin ucunu bırakmamasını ve sürekli buna devam etmesini gerektirir. Ve bu da öyle mucizevi şekilde gerçekleşmez."

"Bu kitap için yaptığım tüm mülakatlarda, defalarca, her genç kişinin hayatında şefkatli bir yetişkinin veya rehberin bulunmasının yaşamsal önemini duydum."

Kitapta bahsi geçen bazı siteler;

Udacity ( Online Eğitim Sitesi)

Edx ( Online Eğitim Sitesi)

Coursera ( Online Eğitim Sitesi)

Foldit ( Oyun oynayarak gerçek bir hastalığa iyi gelebilecek gerçek bir protein tasarlayın.)

Autodesk Project Dreamcather ( Tasrım Optimizasyonu Yapabilen İleri Nesil CAD programı)

Globality ( İhtiyacınız olan Kobileri bulmada aracı bir site)

Scienceview ( Bilim tarihi ile ilgili bir site)

Artnet ( Tablo alıp, satabileceğiniz, araştırabileceğiniz bir site)

 Tensorflow ( Uçtan uça açık kaynaklı bir makine öğrenme platformu)

*Elimdeki kitaplardan okumak isteyen olursa geri göndermesi şartıyla ücretsiz gönderebilirim.

18 Mayıs 2021 Salı

İlham Veren Muhteşem Engelliler

Engelli kelimesinin TDK'de tanımı " Doğuştan veya sonradan herhangi bir nedenle bedensel, zihinsel, ruhsal, duyusal veya sosyal yeteneklerini çeşitli derecelerde kaybetmiş, toplumsal yaşama uyum sağlama ve günlük gereksinimlerini karşılama güçlükleri çeken kimse " şeklinde belirtiliyor.

Eski tanımı olan "Vücudunda eksik veya kusuru olan, özürlü" açıklamasının değişmesinde araştırmacı yazar Doç. Dr. Günseli Naymansoy’un çabaları yatıyor.

Azimleri, cesaretleri ve yetenekleri ile insanlığa ilham olan bazı engelli insanları paylaşmak istiyorum.

Anlatmam derdimi dertsiz insana
Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz…

Diyen Aşık Veysel çiçek hastalığından iki gözünü kaybettiğinde yedi yaşındaymış. 

Onun gibi görme yeteneğini üç yaşında kaybeden Metin Şentürk, 2010 yılında Ferrari marka otomobille 303,62 km/h saat hızla  dünyanın en hızlı görme engelli sürücüsü unvanını elde etmiştir. Gözüyle yola bakıp, yolu görmeyen birçoğundan iyi araba kullanmıştı.

Down sendromlu Çağatay Aras'ın bağlamasının tellerinde de ilhamı bulabiliriz;

Çağatay Aras 


Ya da 2021 Mayıs ayı itibari ile darbukasıyla 50 milyon izlenme alan Bilal Göregen'den alabiliriz ilham. (Linki tıklayıp videoyu izleyebilirsiniz, dünyanın her yerinden videoya olan yorumları okumanızı tavsiye ederim.)

Peki doğuştan görme engelli ressamımız Eşref Armağın'ı tanıyor musunuz? Eşref Armağan doğuştan görme engelli olduğu için resimlerinde üç boyutlu perspektifi nasıl resmettiğine bilim insanları çok şaşırmışlardır. Harvard Üniversitesi  Nöroloji Bölümünde beyin fonksiyonları incelenmiştir. Yabancı ve yerli kanallar tarafından birçok belgesele konu olmuştur. 

Eşref Armağan - Discovery Channel 
 
Dünyaca ünlü görme engelli ressam John Bramblitt'in resimlerini de görmeniz gerek.

Bir diğer ressamımız işitme engelli Raif Gökkuş ise Japonya'dan Belçika'ya birçok uluslararası ve ulusal ödüle sahiptir.  İşaret dilinin yanında resimleriyle de konuşuyor sanki Raif Gökkuş.

Raif Gökkuş'un Bir Resmi 

Bir başka dünyaca ünlü başka bir ressam Frida Kahlo'nun da altı yaşında geçirdiği çocuk felci sonucunda bir bacağı engelli olmuş, daha sonra geçirdiği kaza ile ise kesilmiş.

Sevgi garip bir yangın.
Yaşaması için büyümesi gerek.
O yangına her şeyini atacaksın;
Zamanını, gururunu, dehanı...

Diyen rahmetli yazarımız  Cemil Meriç 'te gözlerini kaybetmişti.

Gelmiş geçmiş en ünlü bestecilerden Beethoven 9.senfonisini işitme duyusunu kaybettikten sonra bestelemiştir. Ünlü caz piyanistlerinden Art Tatum'da görme yetisinin büyük bir bölümünü kaybetmişti, kimilerine göre gelmiş geçmiş en iyi piyanistti. 13 yaşındaki görme engelli ve otizmli Rabia Azra Endur'un piyanosunu da linki tıklayarak dinleyebilirsiniz, benim için çok özel bir şarkıdır çaldığı.

Sol kolunu kaybeden baterist Rick Allen, sağ elinin yüzük ve orta parmak uçları kopan MTV'nin en iyi metal grubu listesinde birinci sırada olan Black Sabbath'ın kurucusu gitarist Tony Iommi, evet parmak uçları olmayan bir dünyaca ünlü bir gitarist! Azim hakkında mesajlar vermiyor mu? 

Dünyanın en iyi üçüncü tenoru olarak gösterilen görme yetisini 12 yaşında kaybeden İtalyan Tenor Andrea Bocelli ve Ray Charles gibi görme engelli olan 22 Grammy ödülü sahibi Steive Wonder'da sesleri ile ilham verenlerden.


Andrea Bocelli ft. Sıla - " La Vie En Rose"


Doğuştan iki kolu olmayan ve kalça çıkığına sahip, 2018 Avrupa Paralimpik Yüzme Şampiyonası'nda altın madalya kazanan Sümeyye Boyacı, ve kendisi ile aynı engellere sahip, 2017 yılında Meksika'da düzenlenen Dünya Yüzme Şampiyonası'nda altın madalya kazanan Beytullah Eroğlu şüphesiz birçoğumuzdan çok çok iyi yüzerek bir mesaj veriyorlar. 

Kalça çıkığına sahip Nazmiye Muratlı Dünya Paralimpik Halter Şampiyonası'nda Dünya rekoru kırarak,  Ampute Futbol Milli Takımımız da 2017 Avrupa Şampiyonası'nı kazanarak, milli duygularımızı kabartıp bizi gururlandırmışlardı.


2017 Avrupa Ampute Futbol Avrupa Şampiyonası Final Maçı 

40 yaşından sonra görme yetisini kaybeden İngiliz Şair John Milton, İngilizler için Shakespeare'den sonraki en büyük şairdir ve İngilizceye 630 kelime ile en fazla kelime kazandıran kişidir.

Ağır işitme kaybına sahip Thomas Edison ise ampulü icat ederek, milyonlarca insanı aydınlatmıştır. Sağ ayağı aksak Timurlenk bütün Asya'yı ele geçirmiş, görme engelli sahabe Abdullah İbni Mektum cennet ile müjdelenmiştir.

Örnek insanlar arttırılabilir. Tabi ki başarılarından örnek veriyorum, belki içlerinde kişisel olarak kötü insanlar da vardır, bilemiyorum, o kısmıyla da ilgilenmiyorum aslında. Söylemek istediğim;

"Ağrıtmaz sanan bir yaşamak şarkısında" engellerine ve ağrılarına rağmen devam edenlerin verdiği ilhamla yaşamamız dileğiyle....


16 Mayıs 2021 Pazar

The English Game

The English Game modern futbolun doğuşunu anlatan dram türünde tarihi bir dizi. 6 bölümlük mini dizinin ilk bölümü Mart 2020'de yayınlanmış.


1870'li yıllarda futbol sadece zenginlere yönelik bir spormuş. İşçi sınıfının kurduğu takımlar zenginlerin oynağı takımlara karşı kupalarda başarılı olamıyorlarmış. Dizide de anlatıldığı gibi, yaşamak için uzun saatler çalışmak zorunda kalmayan zengin kesim, hayatını idame ettirmek içim saatlerce fabrikalarda çalışan insanların oluşturduğu takımları sürekli yeniyorlarmış. Çünkü işçiler çalışmaktan yeteri kadar idman yapamıyor, zenginler kadar antrenman yapamıyorlarmış.


Dizi, tarihte para karşılığı futbol oynayan ilk profesyonel futbolcular olan Fergus Suter ve yakın arkadaşı Jimmy Love'ı anlatıyor. Fergus Sutter İskoç bir futbolcu. O zamanlar federasyonu elinde bulunduran ve kuralları koyan zenginler, futbolu kendilerine ait görmekte ve parayla futbolcu oynatılmasını federasyon kuralları ile yasaklamışlardır. 


İngiltere'de ki bir işçi takımı olan Darwen'in sahibi James Walsh, Sutter'i kuralları çiğneyerek para karşılığı takımına getirir. Kasabada insanlar James Walsh'ın pamuk fabrikasında çalışmaktadırlar, kasabanın geçimi bu fabrikaya bağlıdır. Sutter ve arkadaşı sanki bu fabrikada çalışıyormuş gibi gösterilir ve takıma alınırlar. Ancak Sutter ailesinin zor durumu karşısında daha fazla paraya ihtiyaç duyar ve başka bir işçi takımı olan Blackburn'e transfer olur. Kasabanın umudu olan Sutter'in kendilerini satmasına kasabalılar çok sinirlenirler. Ancak daha sonra mücadele basit bir oyundan çıkıp işçi sınıfı ile zenginler arasında bir onur yarışına dönüşünce, tüm işçi sınıfı Blackburn'u destekler.

Dizi futbolun ilk yıllarını anlatan bir dizi olmasına rağmen futbol sahneleriyle boğmuyor insanı. Jimmy'nin  Darwen'de tanıştığı eşi ile ilişkileri izlemeye değer.

Doris rakip takıma transfer olan kocası Jimmy'i kendi takımına karşı izlerken

Zenginlerden bir futbolcu olan Arthur Kinnaird, ki kendisi hem federasyon yönetim kurulu üyesi, hem de FA Cup Finalinde en çok oynayan oyuncu unvanına sahip gerçek bir karakter. Arthur'un, federasyon ve zenginlerin işçi sınıfına karşı yaptığı haksızlıklara karşı arkadaşlarına dik duruşu, büyük tutkusu ile eşi arasında kaldığında eşini seçmesi, ve kararlar alırken kendi içindeki muhakemeleri gayet güzel yansıtılmış. Çocuğunu yeni düşürmüş eşi Alma Kinnard'ın, kimsesiz çocuklar için verdiği gerilimli ve duygusal mücadele de izlemeye değer.




Görmek isteyenlerin centilmenlik, cesaret, sabır ve hoşgörü gibi değerleri izleyebileceği güzel bir dizi "The English Game". Sadece futbolu anlatan klasik bir dizi kesinlikle değil, özünde oyun olan hiçbir mücadelenin insan ilişkilerine ve değerlerine zarar vermemesi gerektiğini çeşitli sahnelerle anlatan bir kamu spotu da aynı zamanda. 

Günümüzde futbol bir oyundan başka her şeyi temsil ediyor, bir endüstri olarak görülüyor artık. Dün Türkiye'de şampiyon olan takımın taraftarlarından bir kısmı covid salgını sebebiyle sokağa çıkma yasağı olmasına rağmen araçlarıyla konvoy oluşturup kutlama yaptılar. Yasakları çiğnemeye değecek bir tutku. Futbolun her bağımlılık yapan şey gibi bazen ne kadar zararlı olduğunu görebiliyoruz. Birbirini seven insanlar futbol tartışmalarında birbirlerini kırabiliyorlar, holigan taraftarlar birbirlerini öldürecek seviyeye gelebiliyorlar.

Futbolun sebep olduğu en büyük facialardan birisi 1989 yılında 96 kişinin ölümü ve 766 kişinin yaralanması ile oluşan Hillsborough Faciasıdır. İzdiham sonrası insanlar ezilerek ve üst katlardan düşerek hayatlarını kaybetmiş ve sakat kalmışlar.



Benzer bir olay Heysel Faciası adıyla 1985 yılında Brüksel'de meydana gelmiş.  Juventus ile Liverpool arasındaki şampiyon kulüpler final maçında, maç başlamadan önce Liverpool taraftarlarının İtalyanlara saldırması sonucu çıkan panikle bir duvar çökmüş ve 38'i İtalyan, 1', Belçikalı 39 taraftar ölmüştür. 2000 yılında İstanbul'da Galatasaray taraftarları ile Leeds United taraftarları arasında çıkan kavgada da 2 İngiliz'in öldüğü olayları hatırlarsınız.

Maalesef ülkemizde bundan daha büyük facialar da yaşanmış, 1967 Kayseri Stadyumu Facia'sında Kayserispor ile Sivasspor maçında çıkan tribün olayları sırasında 43 kişi ölmüş, yüzlerce kişi yaralanmıştır. Kayserispor taraftarlarının Sivasspor taraftarlarının üzerine yürümeye başlamasıyla çıkan panikte 43 kişi ezilme ve havasızlık sonucu hayatını kaybetmiştir. 43 kişinin öldüğü haberinin Sivas'a yayılması sonucu Sivas'ta yaşayan pek çok Kayserilinin işyeri saldırıya uğramıştır.[1] Çıkan olaylar nedeniyle iki takıma da 17 maç saha kapama cezası verilirken takımların 5 yıl boyunca aynı gruplarda futbol oynamaması kararı alınmıştır. (Wikipedia) 

Bu gibi kötü olaylar futbol tarihinde çok fazla var, sanki futbol fanatizmi yaşama amaçlarını bulamamış insanların bu açıklarını bilinçaltlarında kapatan bir aktiviteye dönüşmüş gibi. Olumsuz yanlarının yanında evrenselliğin en büyük simgelerinden biri olduğunun da hakkı verilmesi gerekiyor sanırım. Futbol, küreselleşmenin ve dünyada hiçbir şekilde bir araya gelmeyecek insanların bir araya gelmesini sağlayan bir elçisi de aynı zamanda. Ülkemizde yeri geldiğinde başka ülkelerle ilişkilerini düzeltmek için bir argüman olarak kullanmıştı futbolu.

Bir müsabakada centilmenlik, hoşgörü, saygı ve eşit mücadele şartları mevcut olunca, önemli olan mücadele etmek oluyor. Çünkü onurlu bir mücadelenin kaybedeni olmaz. Ancak kaybedeni olmayan bir mücadeleyi kazanmak daha az değerlidir diyemeyiz, aksine çok daha değerlidir. The English Game'in final maçında da bunu izleyeceksiniz. İyi seyirler.







13 Mayıs 2021 Perşembe

Dans La Maison ( Evde )



Dans La Maison François Ozon'nin yönetmenliğini yaptığı 2012 yapımı bir Fransız filmi.

 



Filmin senaryosu bana oldukça ilginç geldi ve paylaşmak istedim. Orta yaşlardaki Edebiyat Öğretmeni Germian, öğrencilerinden ödev olarak bir makale / hikaye yazmalarını ister. Ama öğrencilerinden birisi hariç diğerlerinin yazdıklarını içler acısı bulur; Claude Garcia. Öğrencilerinden diğer hafta tekrar bir makale yazmalarını ancak belirli sıfatları kullanmalarını ister, ama Claude ilk verdiği ödevdeki hikayenin devamı niteliğinde başka bir kağıt verir. Germian yazıyı çok beğenir ve Claude'un yazısını daha da geliştirmesi için özel olarak ilgilenmeye başlar. Yazı ile ilgili çarpıcı bir gerçeği öğrenir; Claude'un hikayesi gerçek bir hikayeye ve gerçek olaylara dayanmaktadır, çünkü Claude bilinçli olarak sınıftan seçtiği bir arkadaşının ve ailesinin, yanlarında bulunduğu zamanlardaki gerçek hallerini yazmaktadır. Eskiden bir kitap yazma girişimi de olan edebiyat öğretmeni Germain yazılanlardan çok etkilenir ve bu durumu devam ettirmeye karar verirler. Claude matematik dersine yardım etme bahanesiyle arkadaşıyla ve ailesiyle iyice iç içe olur ve yazı serisi günden güne devam eder. Ama bir süre sonra Claude'un yazdıklarının gerçek olaylar mı yoksa Claude'un hayal ürünü mü olduğunu ayırt edemeyen Germain'in hayatı altüst olur..





Biraz spoiler vermek zorunda kaldım ama filmi diğer filmlerden ayıran tamamen senaryosu. Film Uluslararası San Sebastian Film Festivali'nde en iyi film ödülünü alırken, birçok festivalden de François Ozon'un en iyi senarist ödüllerini toplamasını sağlamış. Filmin aldığı ödüllerin listesini aşağıdaki linki tıklayarak inceleyebilirsiniz. Filmin türünü, Claude'un  arkadaşının evinde gizli gizli dolandığı için, gerilim olarak sınıflandırmışlar ama ben gerilim demezdim sanırım. Klasik Fransız saçmalıklarına birkaç dakika maruz kalmanız gerekecek olsa da farklı senaryosu ile şans vermenizi öneririm. İyi seyirler...

Dans la maison Awards 





12 Mayıs 2021 Çarşamba

GÖR BENİ - Azra Akilah KOHEN

Azra Kohen'in ( Azra SARIZEYBEK ), Gör Beni adlı yaklaşık 600 sayfalık romanı 1920'li yılların sonundan başlıyor. Cumhuriyetin ilanından sonra sürgüne gönderilen son sadrazamın oğlu Selim ve ailesi ile savaşta ailenin yetişkin erkeklerini kaybeden Ülkü'nün aileleri arasında gerçekleşen olaylar ve aşkları konu ediniyor. Cumhuriyet'in ilanı sonrası sürgüne gönderilen ve yalıları elinden alınan sadrazam ailesi ile savaş sonrası köylerinden şehre gelen Ege'li aile, aynı apartmana (Valpreda Apartmanı) yerleşiyorlar.




Kitap genel olarak akıcı bir dile sahip. Yazar kitabın önsözünde, karakterler gerçek kişileri yansıtsalar da vermek istediği anlam bütünlüğünü yakalaması açısından tarihlerde zaman kaymaları olduğunu söylüyor. Ama Sadrazam'ın oğlu vs. kurgu değilse bir sürü karakter hatası da kitapta mevcut. Selim ve ailesi Atatürk düşmanı, saltanat ve halifelik yanlısı; Ülkü ve ailesi ise Cumhuriyet yanlısı bir aile olarak tanıtılıyor kitapta. Bu iki karşıt görüşlü ailenin daha sonra ön yargıları yıkarak dost olması ve Ülkü ile Selim'in kavuşması, Ülkü'nün erkek kardeşi Ali'nin yıllar sonra ülkedeki karışıklıkların mimarı Robert'ı Fas'ta öldürmesiyle son buluyor roman.

Yazar kitabı Osmanlı'nın gerçek torunlarına adıyor ama ben kendisini Osmanlı torunu gören birisine yakışmayacak derecede ön yargılı gördüm maalesef. Örneğin Halifelik isteyen Sadrazamın oğlu Selim'i önce Ülkü'nün giydiği pantolonu ve at sürmesini yargılarken betimliyor, nasıl bir kız pantolon giyer, din elden gitti vs diye. Ama aynı Selim'i zina düşkünü, aile dostları Melek adında dekolteli giyime sahip evli bir kadınla ilişkiye giren, geneleve giden birisi olarak da resmediyor. Selim'in ailesi Cumhuriyet'e düşman betimlenirken, hayvan düşmanı, köylüleri küçümseyen insanlar olarak da  betimleniyor, bu da hikayenin özünün, cumhuriyet ile saltanatın karşılaştırılması sırasında, bir nebze samimiyetini yitirmesine sebep oluyor.

Düşünceler, yönetim şekilleri, ve siyasetin kesinlikle artık kadınların elbiseleri üzerinden yapılmaması taraftarıyım, başörtülü bir cumhuriyet kadınını da birilerinin artık hazmetmesi gerekiyor. Son Osmanlı sadrazamı Ahmet Tevfik Okday'ın kızları ile çekilmiş fotoğrafını ve Atatürk'ün annesinin fotoğrafını aşağıda paylaşıyor, daha fazla uzatarak aynı hataya kendim düşmemek istiyorum.

Ahmet Tevfik Okday ve Kızları 

Atatürk'ün annesi Zübeyde Hanım

Hikayenin akışında da zaman zaman anlatım hataları var; örneğin Ülkü terasa çıktığında terasta kilitli kalmamak için ayakkabısını kapı arasına bırakıyor, bir sayfa geçince Ülkü kapıya ayakkabı koymayı unuttuğunu ve terasta kilitli kaldığını düşünüyor, bir sayfa sonra ise Selim, kapı arasındaki  Ülkü'nün ayakkabısı ile terasın açık olduğunu söylüyor vs...

Özellikle ilk bölümlerde öğretmen Fred'in sınıfında anlattığı; Hristiyanlığın tarihi, İsa'nın aslında siyahi olduğu, Vatikan tarafından saklanan Sümer tabletleri gibi konuları ile oldukça akıcı, İskender Pala ve Alev Alatlı romanlarındaki gibi bilgi yoğun bir roman bizi karşılıyor ama yazar daha sonra bundan vazgeçiyor ve Fred'i bir süre bir daha görmüyoruz, en son öğrencisi Ali, yirmi otuz yıl sonra onu öldüren adamı öldürerek intikamını da almış oluyor öğretmeninin.


Kitaptaki müzik önerilerinden birisi


Kitabın bana göre artıları akıcı bir dille yazılması ve dipnotlarda verilen müzik önerileri. Müzikler oldukça başarılı, kitabı okurken açıp eş zamanlı dinlemenizi tavsiye ederim. Eksilerini belirtmem gerekirse, yazarın dipnotlarda verdiği kaynaklara "araştırın " tarzında kelimelerle okuyucuya biraz üstten bakan bir havası, siyasi ve dini önyargılarını kendisi önyargıları eleştirirken bile saklayamaması ve anlatımdaki akıcılığın hikayede pek yakalanamaması olarak sıralayabilirim. İyi okumalar...

Altını Çizdiklerim;


"Gerçek sevgide hiçbir zaman kontrol yoktu."

"Sevgide çabayı mayalayıp değere dönüştürebilenler, Ülkü ve Selim gibi gerçek aşk ile tanışırlar. Ama her sevgi çabaya dönüşmez, yani aşk öyle kolay mayalanmaz, doğamaz."

"Ülkü ve Selim hayatın içinde kendilerini arayan iki ruhtu, önyargılarından sıyrılabilen herkes gibi, kendilerini zıtlıkların içinde birbirlerinde buldular."

"En kötüsü de suçluluk vardı, zamanında değeri bilinmemiş duyguarın anıları suçluluğa dönüşürdü. Kalbe batan diken gibiydi hissettikleri. Hissettikçe acıtıyor, kendine daha da fazla yer açıyordu bedende. Yaraya dönüşüyordu. Kimse fark etmese de insanın canı daima yarasının olduğu yerdeydi."

"Yaralarını sunmadığın kişi asla senin eşin değil ki."

"Yaralarımızı sessizce görenler, sabırla paylaşmamızı bekleyecek kadar incinmemizden sakınanlar değil miydi gerçek sevenlerimiz? Sevgi sabırdı, inançtı, hissetmekti, anlamaktı."

"Gerçekten seven biri, sevdiğine sahip çıkmak için gerekirse delirirdi. Başka duygular devreye girdiği anda kaybolan, aniden unutulan, umursamazlığa yenik düşen, zamanla etkisi hafifleyen içbir şey aşka ait değildi."

" .... annesi izin verdiği için sevdiğine gidebilen biri, asla bir erkek değildi."

"....  en büyük mutluluğun belki de, hayatı sana en uzakta duranlarla paylaştığında doğacağını anlayabilmişti."

" zıtlıkların içinde anlamları görebilenler hayatın mucizeleriyle tanışırdı."

"Uç oğlum! demişti babası, Kimseyi bekleme, sen uç. Aynı cinsten olmayan kuşlar nasılsa birlikte uçmayacak. Sen kime layıksan o gelecek, yanında seninle seyir alacak. Herkes kendisi gibi olanı bulacak. İsterse aynı mahalleden olmasınlar, hatta aynı şehirden. Ruhları aynı kaynaktan gelenler bu zamanda birbirlerini mutlaka bulacaklar, yeter ki sen yola çık, o yolda ilerlemek, yani yolculuğun kendisi getirecek sana senin olanı, sen yeter ki uç."

"Kendini seçmiş ve sonrasında kendini bilmiş bir kadının, kimse tarafından sahip olunamayacağını öğrenmesinin zamanı gelmişti."

" ....hemen elini çekti Orhan ama kedi umursamadı, bulaştıracak fazla sevgisi olanlar karşılarındakinin korkaklığını umursamazlardı."

Birde kitabın arka sayfasındaki son sözler var ;

Bir fısıltıya koydum kendimi.
Kalbine soruyorum yerimi:
Başarabilir misin beni görmeyi?
Cesaretin yeter mi?
Topla cesaretini ve GÖR BENİ..




 







8 Mayıs 2021 Cumartesi

KUDÜS- Sevgilinin Şehri

İsrail 8 Mayıs 2021'de Kadir Gecesinin arifesi, Cuma gecesinde Mescid-i Aksa'da ibadet eden Müslümanlara bir kez daha saldırdı. Dini, dili , ırkı ne olursa olsun bu yapılan bir zulümdür..


Peki Mescid-i Aksa ve Kudüs Müslümanlar için neden önemlidir? Paylaşılamayan kutsal bölge, diğer dinler için ne ifade ediyor, gelin biraz bakalım;

Peygamber Efendimiz (s.a.s) ; "Üç mescitten başka bir yere (ibadet etmek için) özel olarak yolculuk yapılmaz; Mescid-i Haram, Mescid-i Aksa ve benim mescidim (Mescid-i Nebevi)" (Buhari) buyurmuşlardır. İslam alimleri bu hadisten bu üç mescitte yapılan ibadetin daha değerli olduğu anlamını çıkartıyorlar. 

Mescid-i Aksa denilince bir çoğumuzun aklına altın kubbeli yapı gelmektedir, ancak burası Mescid-i Aksa değil Kubbetü's Sahra'dır. Mescid-i Aksa düşünüldüğü gibi bir yapının değil Allah (c.c.) kutsal kıldığı bir arazinin, alanın adıdır. Bu alana Haram-ı Şerif'te denilmektedir. Ancak bu alanın içinde ilk Müslümanların ilk kıblesi olduğu düşünülen mescitte bulunmakta ve bu yapıda bazen Mescid-i Aksa ( El Aksa Camii) olarak anıldığı için bu kutsal alan ve mescit birbirine karıştırılabilmektedir. Kubbetü's Sahra bu alan içerisinde yer alan başka bir kutsal mekandır. Yerleşimlerini aşağıdaki resimde görebilirsiniz. Bu alanın içerisinde ayrıca Hacer-i Muallak Taşı, Ruhlar kuyusu ve Peygamber efendimizin Miraç'a çıktığı yer gibi iki yüze yakın kutsal eser bulunur.

Mescid-i Aksa ( Haram-ı Şerif )


Kıble Mescidi  ( Mescid-i Aksa )

Caminin inşasını ilk kez hicretin 15. yılında Kudüs’ün fethi sırasında Ömer bin Hattab emretmiştir. Ardından Emeviler döneminde inşası tamamlanmıştır (710). Selahattin Eyyubi önderliğindeki Müslümanların 1187 yılında Kudüs'ü fethetmeleriyle Selçukluların Halep Atabeyi Nureddin Zengi'nin yaptırmış olduğu minber, fetih alameti olarak Selahattin Eyyubi tarafından yerine konulmuştur. Eşsiz sanat ve tarihi değeri olan bu minber, 1969 yılında fanatik bir Yahudi tarafından yakılmıştır. Ardında ise bu tarihi eser aslına uygun olarak yeniden yapılmıştır. Yahudilerin zulümleri bugün başlamamıştır yani.

Memlüklüler ve Osmanlı Döneminde mescit onarılmış; fakat şekil olarak herhangi bir değişim yapılmamıştır. Öte yandan Kanuni Sultan Süleyman ve II. Mahmut tarafından da onarılan mescidin kandil ve halıları, II. Abdulhamid tarafından yenilenmiştir.


Mescid-i Aksa alanının içine bulunan Kıble Mescidi

Peygamber efendimiz (s.a.s) Medine'ye hicret ettikten sonra 16 veya 17 ay Mescid-i Aksa'ya yönelerek namaz kılmıştı. Mekke'deyken atası Hz. İbrahim'in inşa ettiği Kabe'ye yönelerek namaz kıldığını söyleyebiliriz. Bunun Mekke'nin müşriklerine karşı Hz. İbrahim'in tevhit çizgisini vurgulamak hassasiyeti ile ilişkili olduğu söylenebilir. Ancak Hicret gerçekleşince, Medine civarındaki hisarlarda yaşayan kalabalık Yahudi kabileleri İslam'a ısındırmak amacıyla kıblenin Mekke'den Mescid-i Aksa'ya dönüştürüldüğünü söyleyebiliriz. Zira Yahudiler Mescid-i Aksa'ya yönelerek ibadet ediyorlardı. Bu durum üzerine Yahudiler şımarmış, bizim kıblemiz olmasa yönelecekleri yer yok tarzında peygamber efendimizi ve inananları üzen bir davranışa bürünmüşlerdir.

Peygamber efendimiz (s.a.s)  bir gün cemaate öğle veya ikindi namazını kıldırırken Bakara suresinin,“(Ey Muhammed!) Biz senin çok defa yüzünü göğe doğru çevirip durduğunu (vahiy beklediğini) görüyoruz. (Merak etme) elbette seni, hoşnut olacağın kıbleye çevireceğiz. (Bundan böyle) yüzünü Mescid-i Haram yönüne çevir. (Ey Müslümanlar!) Siz de nerede olursanız olun, (namazda) yüzünüzü hep onun yönüne çevirin. Şüphesiz kendilerine kitap verilenler bunun Rabblerinden (gelen) bir gerçek olduğunu elbette bilirler. Allah onların yaptıklarından habersiz değildir” mealindeki 144. ayeti indi. Bu ayetle Kâbe Müslümanların nihaî kıblesi olarak tayin edilmiş oldu. Ayet inmeden önce cemaat dört rekâtlık namazın iki rekâtını kılmış durumdaydı. Diğer iki rekâtı da namaz içinde Kâbe istikametine yönelerek kıldılar. Bu olayın vuku bulduğu mescide bu sebeple “Mescid-i Kıbleteyn” (İki Kıble Mescidi) denilmiştir. 



            Müslümanların Kıblesinin Mescid-i Aksa'dan Mekke'ye çevrildiği ayetlerin indiği              
Medine'deki Mescid-i Kıbleteyn


Kubbetü-s Sahra

Kubbetü-s Sahra ile ilgili Wikipedia sayfası oldukça açıklayıcı, başlığa tıklayarak okuyabilirsiniz. Ben de burada kısa bir özet geçmek istiyorum. Bu alana ilk önce Yahudilerin birinci tapınak dedikleri Hz. Süleyman tarafından yaptırılan Süleyman Tapınağı yapılıyor (MÖ 960). Hz. Davud MÖ 1000 yıllarında Kudüs'ü fethediyor ve burayı Yahudi toplumunun başkenti yapıyor, Hz. Süleyman da birinci tapınağı inşa ediyor. Yahudilerin tapınağı olmasının yanında, Ahit Sandığının ( Kutsallar kutsalı Hz. Musa'nın 10 emrinin yazılı olduğu iki taş tablet) saklandığı yer olması sebebiyle de büyük önem taşıyor. 


Ahit Sandığının Saklandığı Sülayman Tapınağı ( Birinci Tapınak)

Babil krallığına bağlı olan Yahuda devletinin isyan etmesi üzerine Kudüs’ün MÖ 597 yılında Babil Kralı tarafından ele geçirilmesiyle tapınaktaki değerli hazineler alınarak Babil’e götürülüyor. İlk işgalde çok fazla zarar görmeyen tapınak, Kudüs halkının yeniden isyan etmesi üzerine MÖ 586 yılında Kudüs'ü yeniden ele geçiren Babil kralı tarafından yıktırılıyor. Bu olaydan sonra tapınaktaki Ahit Sandığı kaybolmuş ve bir daha bulunamamış.


Babil'den sürgünden dönen Yahudiler, aynı alana ikinci tapınağı inşa ediyorlar, Roma Kralı'da daha da büyütüyor, ancak M.S 70 yılında çıkan isyanlar sonucunda Romalı İdareci Titus tarafından tamamen yıkılıyor. Bu yapıdan günümüze sadece "Ağlama Duvarı" diye adlandırılan kısım kalmıştır.


İkinci Tapınak'tan günümüze kalan "Ağlama Duvarı"

Daha sonra M.S 130 yıllarında Romalılar temellerine kadar yıktıkları ikinci tapınağın yerine kendi Jüpiter tapınaklarını inşa ediyorlar. Yahudiler Roma'ya karşı ayaklansalar da, isyan başarısız oluyor ve Kudüs'ten sürülüyorlar, ancak Jüpiter Tapınağını da yıkmayı başarıyorlar.

Kudüs'ün Müslümanlar tarafından fethine kadar Harem-i Şerif tepesi yıkıntılarla dolu bir mevki olarak kalıyor. Hatta Hristiyanlar zamanında taş ocağı ve çöplük olarak kullanıyor. Daha sonra Roma İmparatorluğunun Hristiyanlığa geçmesiyle tapınak tepesi Hristiyanların Haç merkezi olmuş. 614 yılında Sasani Devleti Kudüs'ü Romalıların elinden alıyor, 636 yılında ise Hz.Ömer döneminde Müslümanlar Kudüs'ü ele geçiriyorlar. Hz.Ömer Yahudilikten Müslümanlığı dönüş yapan birisinden kendisini Süleyman tapınağının kalıntılarına götürmesini istiyor. Önce burasını yıkıntılardan temizliyor eski tapınağın olduğu  yere Muallak taşının üstüne peygamber efendimizin (s.a.s) Medine'deki mescidine benzer bir sahra mescidi inşa ettiriyor. Günümüze kadar gelen Kubbetü-s Sahra binası 687-691 yılları arasında Emeviler tarafından inşa ediliyor. Ayrıca Mescid-i Aksa'nın inşası da Ömer Camisi adı altında bu dönemde yapılmıştır.

1099 yılında Kudüs Hristiyanlar tarafından Müslümanların elinden alındıktan sonra kubbesine haç yerleştirilerek kiliseye çevrilmiş, bir kısmı tapınak şövalyelerine verilmiş, Aksa Camii ise Haçlılar Kudüs Krallığına için saray olarak kullanılmış.

1187'de Selahaddin Eyyûbî'nin Kudüs'ü fethinden sonra Haçlılar döneminde yapılan değişikliklerin büyük bir kısmı kaldırılmış. Ve tarih boyunca Müslüman hükümdarlar tarafından bu kutsal bölgeye büyük önem verilmiş. Bölge, Yavuz Sultan Selim devrinde Osmanlı topraklarına katılmış ve Kanuni Sultan Süleyman, Kubbet-üs Sahra'yı köklü biçimde tamir ettirmiştir. Binanın dış cephesini çinilerle kaplattı. Osmanlı döneminde çeşitli restorasyonlardan geçmiştir. 1927 yılında depremde ciddi hasar görmüş ve Ürdün, diğer Arap ülkeleri ve Türkiye'nin katkıları ile esaslı bir şekilde tamir edilmiş.


Muallak Taşı


Muallak Taşı, Kutsal kaya veya başlangıç kayası, Tapınak Tepesinin merkezinde, üzerine Kubbetü-s Sahra inşa edilen kayalık alan. Kayanın altında "ruhlar mağarası" olarak bilinen bir mağara bulunur.


Kubbetü-s Sahra'nın üzerine inşa edildiği Muallak Taşının Üstten Görünümü 


Bu kayanın adı Muallak Taş ya da Hacer-i Muallak olarak anılıyor ve “asılı duran taş” demekmiş. Peygamber efendimizin Miraca çıkarken üzerine bastığına inanılıyor.

Yahudilere göre Dünya'nın yaradılışı bu kayadan başlar ve kutsallar kutsalı cennet ile yerin birleşme yeridir, bu sebeple Yahudilerin ibadet ederken döndükleri yerdir. ayrıca Mesih'in dünyaya inince bu kayadan insanlara hitap edeceği inanışı vardır.

İsrail Kazıları 


İsrail Mescid-i Aksa'nın altında kazılar yapıyor. İlk defa 1981'de Harem-i Şerif'in içindeki Kubbet'us Sahra'ya birkaç metre uzaklıktaki Kayıtbay Sebili'ne kadar uzanan bir tüneli fark eden Filistinliler, böylece İsrail'in Mescid-i Aksa'nın altında yürüttüğü kazı çalışmalarından haberdar oldu. Kimilerine göre İsrail bu kazılarla Birinci ve İkinci Tapınağa ait kalıntıları arıyor, kimilerine göre de Mesih öncesi üçüncü tapınağı inşa etmek için Mescid-i Aksa''nın altını kazarak Müslüman eserleri yıkmayı amaçlıyor...